18 Eylül 2012 Salı

YAĞMUR


Rize günleri 2 hafta önce başladı benim için. İki haftadır fotoğraftaki hâli çok yaşamamış olsam da önümüzdeki haftalarda yaşamam çok muhtemel.

"Yağmurlu bir gündü..." diye başlayan bir kompozisyon yazma ödevi verilmiş olsaydı ne yazardım acaba diye düşündüm. Hafızamı yokladığımda, yağmurlu bir İstanbul gecesi geliyor aklıma. Akşam Beykoz'da arkadaşlarla balık keyfi, arkasından Çengelköy de içilen çaylar... Saat 11'e geliyor ve "Daha fazla geç olmadan, kalkalım." diye kalkıyoruz cafeden. Çengel sokaklarında yürürken hafif çiseleyen yağmur sağanak halini alıyor. Yanımda beyaz puanlı kırmızı şemsiyem var. İkimizin sığması zor ama umutsuzca açıyoruz yine de. Arnavut kaldırımı yokuştan eteklerimi tuta tuta yürüyorum. Bilenler bilir İstanbul'da yağmur sadece yukarıdan aşağıya yağmaz her yerden ıslatır adamı. Üzerindeki yağmurluğun kapşonu kafasında olmasına rağmen o da sırılsıklam. Babetlerimin Arnavut kaldırımlarından akan küçük derede tamamen suyla dolması çok net. Üzerimde bol bir siyah etek ve siyah rugan babetler var. Hatta eteklerimi tutup aşağıya baktığımdaki manzara bile cap canlı hareketli bir fotoğraf gibi duruyor hafızamda. Bu haldeyken biz sürekli gülüyoruz o kısacık mesafeli yolda. O yokuş bittiğinde ayrılık vakti de geliyor ve vedalaşıyoruz.

O gün çekilen fotoğraflardan anlıyorum ki 22 Mayıs 2010 tarihinde yaşanmış bunlar. Hem çok yeni hem de uzun yıllar geçmiş gibi üzerinden.
(Bitirme cümlesi yazamadım neden bilmiyorum, belki de bitmeyen bir hikaye olduğundandır.)

2 yorum: