31 Aralık 2013 Salı

Çarpı İşi Havlu/ Cross Stitch Towel

Bu havlu, birlikte 8 ay gibi kısa bir okul dönemi geçirdikten sonra farklı şehirlerde yaşadığımız ve görüşemediğimiz, uzun yıllar boyunca aynı yazarlardan aynı filmlerden aynı felsefelerden beslendiğimiz 6.sınıfımı bir tek onun ismiyle bile özetleyebileceğim arkadaşım için işlendi. İnsan büyüdükçe yeniliklere de yeni dostlara da kapanıyor sanırım. Sahip olduklarımızı kaybetme korkusu daha çok ağır basıyor. Böyle hislere sahipken ve bana ihtiyacını da hissediyorken biraz olsun yüzünü güldürebileceğim bir şeyler yapmayı düşündüm ve ortaya bu havlu çıktı. 





















Mavi balonlu olan arkadaşım oluyor sarı elbiseliyse ben oluyorum. Kendisi Vikitap'ta mavi balon adıyla bulunuyor. Bu yüzden bu balonlu kızın onu ok mutlu edeceğini düşündüm. Ben de kendime sarı pötikareli bir elbise yaptım aynı çocukluğumdaki elbisem gibi. Aradaki boşluğa aradığım Türkçe sözü bulamayınca Aristotales'in bu güzel sözünü yazdım. Umarım baktıkça mutlu olacağı bir hediye olmuştur.


21 Aralık 2013 Cumartesi

Efsane/ İskender Pala



İskender Hocanın son romanını 10 günün sonunda bitirdim şükür. Açıkcası İskender Pala romanlarını özlemişim en son 2 yıl önce Od'u okumuştum yine bayılarak. Kitap Barbaros Hayrettin Paşa'nın katibi Alkala ve Billure arasındaki aşkın etrafında şekilleniyor. Bu, kitaba Barbaros Hayrettin Paşa'nın bir biyografisini okuyacağım diye başlayanlar için hayal kırıklığı doğurabilir. Ben öyle bir beklenti içinde olmadığım için Barba Rossa ile ilgili verilen ayrıntılar beni fazlasıyla tatmin etti. Bütün Akdeniz'i gezdim en kanlı korsan savaşlarına tanık oldum sanki.
Kitabı okurken tasvirler o kadar etkileyici ki, forsaların kürekleri her çektiğinde "Hey-ya-mo-la!" nidaları kulaklarımda çınladı. Heykellerin sırrını öğrenebilmek için son sayfaları karıştırmayı düşündüm. Diğer romanlarında olduğu gibi bunda da aşkın en güzel hallerini, hasretin büyüklüğünün vuslatı ne kadar güzelleştirdiğini gördüm.
Kitapta en çok etkilendiğim kısımsa 20 yıllık düşmanlığın, Andrea Doria ve Hızır Reis'in yüzlerce gemisiyle Preveze'de savaşmasıydı. Kaptan-ı Deryanın ettiği dua, binlerce levendin hep bir ağızdan getirdiği tekbir gözlerimden akan yaşların sebebi oldu.


İtiraf ediyorum, kitabın 300. sayfasında kendi kendime "Şuraya bir harita koymak çok mu zordu, hocam!" diye hayıflanırken, tam arka sayfayı açmıştım ki kalın ve katlı haritayı fark ettim :) O an bir de "Şimdi baştan mı okuyacağım!" diye söylendim. (Bu aralar biraz depresif olabilirim :)) Ama kalan 60 sayfa için bile sık sık baktım, hiç yoktan iyidir.
Kitabın sonuysa tam beklediğim gibi güzel bir vuslatla taçlandı. Daha güzel olamazdı.



8 Aralık 2013 Pazar

Kürk Mantolu Madonna



Uzun zamandır okumak istediğim bir kitabı daha bitirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Okuduğum ilk Sabahattin Ali kitabıydı Kürk Mantolu Madonna. Keyifle okuduğum bir kitap oldu. Serviste okuyor olmasam altını çizdiğim daha çok yer olurdu. Müsait olduğum yerlerde de altını çizmekle vakit kaybetmek istemeyip gözüm hep bir sonraki satıra kaydı. Kitapta en çok sevdiğim şey hem olabildiğine yalın hem de (açıklaması aşağıda verilmiş) Osmanlıca kelimeleri içeren bir dili olmasıydı. Raif Bey ve Maria'nın ilişkisinin bir çok kişide Kürk Mantolu Madonna ismiyle sosyal medyada bulunma isteği uyandırmasının asıl nedeni Maria değil, Raif 'in Maria'ya duyduğu sevgiydi belki de.Sevgisiyle boğmayan, karşısındakinden beklentisi olmayan, incitmeyip huzur veren bir erkek tarafından sevilme lüksüne sahip olmak isteyen kadınların kendilerine yakıştırdıkları isim Kürk Mantolu Madonna. Benim Vikitap puanım 9/10 oldu.





5 Aralık 2013 Perşembe

Geçmem Bir Daha Kadıköy'den

                         
2010 yılının Mayıs Haziran aylarıydı. Okuldan mezun olmamız için girmemiz gereken sınavlar teslim etmemiz gereken ödevler henüz bitmiş değildi. Geç saatlere kadar ödev yazmaktan bulanıklaşmış zihinlerimizle bu son ayların tadını çıkarmamız gerektiğini düşünüyorduk . Ve o yıl Ezginin Günlüğü tam da bizim ruh halimize göre bir şarkı yaptı. Geçmem bir daha Kadıköy'den… 4 yıl boyunca sokaklarında gezdiğimiz bazen nefret edip bazen sıla hasretiyle özlediğimiz Kadıköy’den mezuniyet sonrası geçmemek üzere yeminler ettirmişti bu şarkı. Ama bozulan en güzel yeminlerden biriydi tekrar Kadıköy'e kavuşmak. Ait hissetmezsen de güvende hissetmekti. Alışın olduğun sokaklarda yürümek eski günlerden izler aramaktı. Taze kavrulmuş kahve kokusunun sarhoşluğunda kendini Kahve Dünyası’na atmaktı. Yazar ve şair fotoğraflarına yapılan yorumlar eşliğinde içilen kahveydi. Kilise önündeki sokak çalgıcılarından memleket ezgileri duymak için kulak kabartmaktı. İstanbul’u ziyaret gelen arkadaşı Moda kayalıklarına götürüp seyre dalmaktı. Adalara gitmeden önce ayak bastığımız son kara parçasıydı. Okuldan kaçıp “inilen” yerdi. En paspal halinde opera izlemekti ve tabi ki Haldun Taner’in önünde buluşmaktı. Kadıköy bir türlü aynı şeye heyecanlanmadığın aynı ruhu taşımadığın ama her şeyiyle bildiğin tanıdığın güvendiğin kuzendi.

Tekrar buluşmak üzere vedalaşılan ve arayı bu kadar açmamak için söz verilendi.

19 Kasım 2013 Salı

Evlilik Sonrası İç Dökme



         

            Hayatımın en önemli değişikliğini yaşadığım son bir yılın en güzel 4 buçuk ayını geride bıraktım. 4 buçuk aydır kabul olan duamı yaşıyorum şükürler olsun. Evlilikten bahsediyorum. Hani lise yıllarında kesinlikle ilerde böyle bir şey yaşamaya karşı olan, evlenenlere kınayan tavırlarla bakan , ucundan feminist kız vardı ya, işte o evlendi. O yıllarda evlilikle ilgili kalıplaşmış ne çok düşüncem olduğunu gördükçe buna sebep olan etmenleri de düşünmeden edemiyorum. Tipik Türk aile yapısının bir örneği olan ailem ve çevremde gördüğüm aileler ben de hep "olması gerektiği için yapılan evlilik" izlenimi oluştururdu. Bu yüzden "Evlenmek zorunda değilim, kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim!" der, "İlerde fikrin değişir!" diyenlere de çok sert çıkardım. Yıllar geçti ve kendimi hayırlı bir evlilik yapmak için dua ederken buldum. Kalbe doğan bir his, "eksikliği başlarda inkar edilen ama doldurduğu yeri fark ettiğinde bir ömür onunla yaşamalıyım" dedirten bir duygu yoğunluğu. Bu duygu elbette evlilikle taçlanmalıydı. Bekleyişler,gözyaşları ve hep bir ağızdan edilen dualar sonucunda dünya evi denen şeye giriverdim.


              Peki evlendim de ne oldu? Evlilikle ilgili ne olumlu ne olumsuz bir şey söylemeyi doğru bulmuyorum. Çünkü herkes kendi yaşadıklarını, kişilik bunalımlarını, ya da aile içi ilişkilerini evlilik genellemesi halinde anlatıp, henüz aklında böyle bir düşünce olmayanları bile baştan soğutuyor bu güzel nimetten. Diğer taraftan "mutlu evlilik" yaşayanlarsa beklentilerin yükselmesine ve hayali bir hayat vaadine sebep oluyor. Yaşanılan olumsuz şeylerin sebebinin evlilik mi yoksa insanlar ve kendi tutumumuz mu olduğuna karar verip öyle konuşmak gerekiyor diye düşünüyorum. Her insan farklıdır, dolayısıyla her evlilik ve ilişki de , sorunlara çözümler de farklı olacaktır.


              Gelelim kendi sorunlarıma ya da dert ettiğim şeylere. Evlenmeden önce kendimle ilgili ne kadar büyük beklentilerimin olduğunu fark ettim bu süreçte. Tamam bekarken (ve hayatımın tamamında) dağınıktım, düzensizdim ve dalgındım. Ama bunlar evlendikten sonra değişecekti çünkü "mükemmel bir eş" olacaktım. Evim her daim temiz ve düzenli. Mutfağım her gün güzel sofralarda güzel yemeklerin yendiği bir yer olacaktı. Bütün hobilerime vakit ayırabilecek. Arkadaşlarıma kanaviçe hediyeler yapacak, ufak sürprizlerle kimseyi ihmal etmeyecektim. Haftada bir kitap okuyacak, düğünümden itibaren yaşadıklarımızı, bütün ilklerimizi günlüğüme yazacaktım. Bunların tamamını yaparken öğrencilerimi de ihmal etmeyecek ve "mükemmel öğretmen" olabilmek için azami gayret gösterecektim. Peki bunların hangisini tam anlamıyla yapabildim, sanırım hiç birini. Her şeyi yapmaya çalıştıkça hiç bir şeyin hakkını veremediğimi görmek benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Eşim (Allah ondan razı olsun), bunun zamanla olacağını , kendimi bu konuda üzmemem gerektiğini ne kadar söylese de hiç içim rahat olmadı. Yapmam gereken işleri ne bir an önce yapıp bitirdim ne de onları aklımdan çıkarabildim. Bulaşık makinesi boşaltırken, yığılan ütüler, çamaşır atarken, balkonun dağınıklığını, tv izlerken, bir sonraki günün dersine hazırlanmam gerektiği düşünceleri kafamda dolandı durdu. Dolayısıyla yaptığım hiç bir işe kafamı veremedim ve her şey yarım kaldı. Bu durum da ben de "yetememe, yetişememe" duygusu olarak kabuklaştı. Benimle çok yakın zamanlarda evlenen yakın dostlarımla da aynı şikayetlerden muzdarip olduğumuzu gördük. Artık bu durumu kabullenme sürecine giriyorum sanırım. Hiç bir zaman(ev hanımı bile olsam) annem gibi olamayacağımı, her işi dört dörtlük yapamayacağımı, önemli olan eşimle huzurlu ve kaliteli zaman geçirmek olduğunu düşünüyorum. Bu konuda gerçekten benim yaşadığım süreci yaşayan ve sonrasında iç huzuruna ulaşmış birileri varsa onlardan tavsiyeler bekliyorum. Allah sağlığımızla, ailemizle, dostlarımızla imtihan etmesin. Gerisini hallederiz inşallah.
         

17 Kasım 2013 Pazar

ÇARPI İŞİ ALIŞVERİŞ LİSTESİ


Evlenmeden önce yapmak isteyip de mutfağımla uyumsuz olursa korkusuyla yapmadığım bu panoyu, puanlı masa örtümü serdiğimde "Artık yapmalıyım!" diyerek başladım. İşlemesi ve duvara asılması toplamda bir kaç saatimi alan ama her bir ihtiyacı yazdıkça mutlu olduğum, misafirlerimin de çok beğendiği bu pano evlendikten sonra evime yaptığım ilk iş oldu. Deseni google aramaları sonucunda görüp kaydetmiştim resme bakarak çıkardım. Çerçeve ise İkea'nın ucuz sıkıştırılmış kartondan olan çerçevelerinden biri. Daha önce "ben bunla birşey yaparım ki" diyerek alıp beklettiklerimden. Her şey bittiğinde etamini kumaşa dikmediğimi fark ederek şok olmuştum ve iğneleme çözümü gelmişti aklıma ilk. Şimdi "iyi ki dikmemişim" diyorum çünkü çok daha uyumlu bir şablon bulursam değiştirebilirim diye düşünüyorum. Yapmak isteyenler için yakın fotoğrafını da ekliyorum. Gerçekten çok kolay bir örnek.






2 Haziran 2013 Pazar

Dedemin İnsanları Filminin Hissettirdikleri



Bu yazı bir film eleştirisi değil çünkü bir filmi eleştirebilecek teknik ve estetik bilgi donanımına sahip olduğumu düşünmüyorum. Fakat kalbime dokunan ne varsa biriktirmek unutmamak için yazıp paylaşıyorum. Dedemin İnsanları bir Çağan Irmak filmi. 2011 Kasım ayında vizyona girmiş. Ben daha önce Babam ve Oğlum'da yaptığım gibi evde ve yalnızken izlemeyi tercih etmiştim bundan 6 ay kadar önce ama daha 1 buçuk dk oldu ki devam edemeyeceğimi anlayıp bıraktım. "Seni çok özlüyorum! Neredesin dede?" demişti torun ve kalbimin derinlerinde ki kabuğu kaldırmıştı. Yokluğunda 10 yılı devirmişken dedemi ne kadar özlediğimi fark etmiştim ve her halimi bilen, en gizli yaralarıma merhem olan biriyle izlemek üzere rafa kaldırılmıştı. O gün geldi ve filmi yalnız izlemekten vazgeçerek ne kadar isabetli bir karar verdiğimi anladım.
       
Filmin bir yerine kadar bastırdığım göz yaşlarım en sonunda uzun bir ağlama nöbeti olarak patladı. Dedemi kaybettiğimde hissettiklerim, çocukluğum masumiyetine özlem, dedemin bu evliliğe giden bu en önemli sürecimde yanımda olamayışı, ona layık olamadığım düşüncesi... hepsi vardı bu gözyaşlarının içinde. Dedem başarısız bir baba ama mükemmel bir dedeydi, çoğu dede gibi. Belki de kendi çocuklarına gösteremediği ilgiyi sevgiyi bize gösterdi, geçmişin telafisini bizde yaptı. İki torununun da kahramanı oldu. Bugün iyi bir şeyler yapıyorsak haspelkader dedemin attığı temeller üzerinedir. Bize öğrettiği her şey için, en çok da kalbimizi her varlığa karşı sevgiyle doldurmayı öğrettiği için ona minnettarım. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
           

15 Mayıs 2013 Çarşamba

DOĞUM HEDİYESİ- BEZ PASTA


Öğretmen arkadaşımın doğacak olan yeğeni Mehmet Emin için öğle aralarında yaptığımız bir bez pasta oldu bu. Böyle ince düşünülmüş hediyeler verip sevdiklerini mutlu etmek gibisi yok. Gördüklerinde verecekleri tepkileri düşünerek keyifle yapıyor insan bu cicileri. Arkadaşım daha önce yaptığım bez pastayı bildiği için benden bu konuda yardım istedi tbi seve seve kabul ettim. Beraber gidip malzemelerimizi aldık. Malzeme seçimi doğaçlama oldu ama sonuç çok çok içimize sindi.
 Arkadaşım tecrübeli bir anne olduğu ve kız kardeşini de iyi tanıdığı için 5 numara olan büyük bezleri tercih etti. Böylece yeni anne süslü hediyesini 1 yıl gibi uzunca bir süre bebek odası dekorunda kullandıktan sonra içindeki 30 adet bez de boşa gitmemiş olacak. Pastanın alt katını oluşturacak bezler büyük kelepçeli kek kalıbının içine, üst katsa orta boy bir saklama kabının içine şekildeki gibi dizildi. Kalıplardan çıkarmadan önce 2 adet paket lastiği takılarak sabitlendi. Lastikler süslemelerin altında kalacağı için pasta bozulana kadar çıkmayacak o yüzden sağlam olanlardan kullanılmasını tavsiye ederim. Ve orta kısımlarına kağıt havlu rulosunun girebileceği deliklerin yerini açtık.





Taban için kek kalıbından biraz daha büyük olan bir karton kesip havlu rulosunu tam ortasına silikonla yapıştırdık ve bezleri ortalarından geçirdik. Mümkün olduğunca bezler görünmesin istedi arkadaşım, bulabildiğimiz en kalın kurdeleyle dolandıktan sonra bebeğin odasına uyumlu olsun diye seçtiğimiz kahverengi organze kurdeleyle bir tur daha geçtik. Fiyonkları da aynı şekilde yaptıktan sonra mavi emzikleri fiyonlardan sallandırdık. En son bezleri kapatmak için kat arasını, üstünü ve alt kısmı krem rengi tüyle kapladık ve petek tülle paketlemesini yapıp pastamızı bitirdik. Tüm yapım sürecinde öğretmen arkaşların ilginç yorumlarına, uzaktan görenlerin "Ooo doğum günü mü var, pasta mı yiyoruz?" sorularına maruz kalsak da 3 öğle arasında bitirmenin mutluluğunu yaşadık.




Nazar boncuklarıyla süslemeyi de ihmal etmedik tabiki :)



14 Mayıs 2013 Salı

KINA HEDİYESİ- KAFTAN





Blogu evlilik hazırlıkları blogu olarak hayal etmesem de, bu amaca hizmet eden, fikir veren bloggerlar sayesinde bir çok fikir edindiğimi düşünerek kendi el emeğimle yaptığım şeyleri paylaşmaya karar verdim.

Düğünüme 2 aydan az bir zaman kalmışken kına gecemde hediye olarak dağıtacağım kaftan magnetleri bitirip kutulamanın rahatlığını yaşıyorum. Normalde çok azimli biri sayılmam ama konu el işleri olduğunda bitirmeden uykusu kaçanlardanım. Bitirdiğimdeyse şimdi ne yapacağım deyip başka bir işe başlıyorum. Hobi olarak yaptığımı iddia ettiğim şeyler tüm günümü, uykumu, enerjimi alıyor bazen. Kaftanları da yapmaya düğünüme 3 ay gibi bir süre varken başlayıp bir hafta gibi bir sürede akşamları iş sonrası yaparak tamamladım. Benim içime sinen bir hediye oldu. 


Kalın keçeleri yukarıdaki gibi kaftanın en ve boy ölçülerinde dikdörtgen keserek işe başladım. İnce keçeyle çalışmaya alışkın olduğum için kalın keçeyi kesmek gerçekten zorladı. Makasınızı bu iş için feda etmeye hazır olun :) Daha sonra kartona çıkardığım keçe kalıbını bu keçelerin üzerlerine koyarak keçeli kalemle belli belirsiz çizdim ve çizdiğim yerlerden kestim.



Altın rengi şeriti kesildiğinde uçları açıldığı için arkasına kıvırarak silikonla yapıştırdım. Daha da süslü olsunlar diye pul ve arkalarına tüy eklemeyi de ihmal etmedim.











Her bir adımı bitirerek gittiğimde daha hızlı yaptığımı ve pratiklik kazandığımı fark ettim. Bir süre sonra ölçmeden kesmeye, el yakmadan yapıştırmaya başlıyorsunuz :) 
Bu kısma kadar ev sadece dağınıktı, bundan sonraki adımlarda ev uçuşan simlere kavuştu. 
Ben şahsen kına konusu sevmediğim ve gittiğimiz yerlerden alınan kınaların çekmecede durdukları yerde bile kokusuyla beni rahatsız ettiğini gördüğüm için magneti kına yerine lavantayla yapmak istedim ama kınayla yapılan örneklerini de gördüm onlar tabi ki daha anlamlı. Hazır olan bu karlı/simli tüllerin içlerine bir çay kaşığı lavanta koyarak organze inci kurdeleyle bağladım.



 Lavanta keseleri keçeye yapıştırdıktan sonra üzerlerine magnetlerini yapıştırıp bitirdim.




Kol uçlarına pul eklemeyi denedim ama çok uğraştırıcı oldu vazgeçtim.

Hepsini tek tek buzdolabında deneyip kontrol ettikten sonra paketlemesini yaptım. Ne kadar gerekli olduğu tartışılsa da insanın kendi düğünü için bir şeyler yapıp etrafındakileri mutlu etmesi çok güzel bence. Bunlar dağıtılırken verilecek tepkileri merakla bekliyorum.

Düşük kalite fotoğraflar için özür! Tamamen tembellik yüzünden!

18 Nisan 2013 Perşembe

YAVAŞLA - Kemal Sayar

         

"Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin"

Bu kitabı Delibu nun blogundan okuyup "Okunacaklar" listesine eklemiştim. Bir kaç ay sonra sonunda okumak nasip oldu. Kitabı Kitapyurdu' nun Timaş indiriminden diğer 5 Kemal Sayar kitabıyla birlikte aldım. Diğerlerini de okudukça yazacağım inşallah.

Kemal Sayar koltuğunda bir çok karpuz taşıyan imrendiğim insanlardan biri. "Mesleğiniz dışında bir şeyi en az mesleğiniz kadar iyi yapın!" derler ya hep, Kemal Sayar da psikiyatrlığının yanına şairliğini ve yazarlığını ustaca ekliyor.

Kitap altını çizerek okuduğum ve bazen durup "Bütün satırların da altını çizemem ki nasıl kitap yazmış!" diye sitem ettiğim, altını çizdiğim yerleri not defterime yazarken defteri yarıladığım bir kitaptı. Özellikle son bir kaç yıldır dost sohbetinde sık sık konuştuğumuz şeyleri ve daha fazlasını bulduğum, öz eleştirimi yaptığım ve bunun sonucunda bazı kararlar almama sebep oldu bu okuma süreci. Kendi yorumumu daha fazla katmadan altını çizdiğim yerlerden en çok vurulduğum cümleleri yazacağım.

"Güzellik ancak onu durup temaşa edecek zamanınız varsa size bir şeyler söyler."

"Yapmak için ayrılan zaman, olmak için ayrılması gereken zamanı yer bitirir."

"Yiyeceklerimizi hakkını vererek daha metafizik bir bakış açısıyla konuşacak olursak 'şükrünü eda ederek' onlarla ve masanın etrafında bulunan dostlarımızla konuşarak tüketmek, bizi daha insan kılar."

"Zaman daralıyor iyi şeyleri yapmak için acele etmeli. Kendi ömrümüzü ve sevdiklerimizin ömrünü güzelleştirmek için yarışmalı. Bir fidan dikmeli. Kuruyan bir ağaca su vermeli. Anın evlatları olmalı. İnsanlara tebessüm etmeli. Güzellik ve iyiliği dile getirmeli, olmuyorsa susmalı."

"Zihinsel, bedensel ve duygusal olarak bir şeylere yetişememe duygusu, modern insanın içini kemiriyor."
(tam olarak beni tasvir ediyor!)

"Modern hayat bize ilişkinin değil işin öncelikli olduğunu telkin ediyor."

"İnternetin insanı dost sıcaklığından yüz yüze yarenlikten alıkoyan ve yalnızlaştıran bir doğası var."
(Malesef!!!)

"Teşhircilik giderek yaygınlaşan bir ruh haline dönüşüyor. Teşhirci arzularını denetlemeyenler, sanal bir izleyici kitlesiyle duygusal bağ kurdukları yanılsamasına kapılıyorlar."
(bloggerların üzerlerine rahatlıkla alınabilecekleri cümleler. Bir izleyici kitlem olmasa bile yine de ben alındım mesela :))

"Eğlendiğimiz, yeyip içtiğimiz mekanlar, bindiğimiz arabalar taktığımız mücevherler bizi soylu kılmaz. Soyluluk ötekini işitebilmekten yapılma bir mücevherdir. Soylular, kalplerini bir mücevher gibi taşıyan ve kalpleriyle düşünen insanlardır. Bu ülkenin en soylu insanları, diğerlerinin acısını en çok içinde hissedenlerdir."

Aşağıdaki cümlelerse özellikle benim gibi düğün arefesinde olup çeyiz alan, vaktinin bir çoğunu alışveriş sitelerinde geçiren modern hayatın alışveriş çılgınlığı içinde kendini birden buluveren birine tokat gibi çarptı.

"İnsanlar tüketim ve alışverişe, kazanma ve harcamaya çok önem verir ve vakitlerinin çoğunu eşyayı ve onun parasal değerini düşünmeye ayırırlarsa bir süre sonra kişilere de nesne gibi davranmaya başlarlar."

Eğer bu uzun yazının sonuna gelebildiyseniz kitabı tavsiye ettiğimi söylememe gerek duymazsınız sanırım :)






23 Mart 2013 Cumartesi

Heidi ve Peter




Uzun kış gecelerinin sonuna geldik ki bu da el işleriyle uğraşılacak daha az zaman anlamın geliyor. Bu kışı diğer kışlarla karşılaştırdığımda daha verimli geçirdiğimi düşünüyorum. Yine de daha az pc açmayı,daha çok kitap okumayı ve hobilerimle uğraşmayı isterdim. Umarım gelecek kışı "hamarat taze gelin" sıfatıyla geçirebilirim :)
Kanaviçeye iyiden iyiye sardıkça konuyla ilgili yerli-yabancı blogları daha çok takip ettiğim bir gerçek. Öyle güzel şeyler yapılıyor ki, onları yapmak için daha çok zamanım olsaydı diye düşünmeden edemiyorum. Ama sanırım en çok yoğun olduğun zamanlardan arttırarak yapılan işler kıymetli oluyor. Konumuza dönersek, kanaviçe işlemenin ilk ve en önemli basamağı şablon bulmak gerçekten bazen çok zor olabiliyormuş. Bloga adını veren Heidi li bir şablon bulmak için epeyce araştırma yaptıktan sonra, "şablonu kendim yapayım o zaman" sonucuna ulaştım mecburen. Gerçek insan fotoğrafları bile şablon olabildiğine göre bunu yapan bir program olmalı derken PM Stitch Creator 3.0 isimli programın deneme sürümünü buldum. İstediğiniz resmi yüklüyorsunuz ve program size şablonunu çıkarıyor. Tabi bu kadar basitçe değil, boyutları, renk sayısı vb özellikleri siz belirliyorsunuz. Benim gibi acemi biri için deneme yanılma yöntemine açık bir program. Ama ben çizgi film karakteri çalışacağım ve çok az renk geçişi olduğu için şanslıydım. Bir kaç değişiklikle istediğim şablona ulaştım. Ten rengi hariç renkler evde olduğu için hemen işlemeye başladım. Gerçekten işlerken çok keyif aldım. İşlediğim şeyleri nerede kullanacağıma hâla karar veremesem de hazır bekliyor olduklarını bilmek çok güzel. Heidi ve Peter'in o güzel sevgilerini hep hatırlayalım diye sık sık görebileceğimiz bir yerlerde olacağından eminim.


21 Mart 2013 Perşembe

BAHARA METHİYE


Bugünü kaçırmadan bir şeyler yazmalıyım. Baharın geldiğini hissettiğim ilk gün. Rize'de güneşli bir sabaha uyanmanın lütuf olduğu bilinciyle şükürler ederek çıktım evden. Yürürken kuş cıvıltılarını duydum uzun zaman sonra ilk defa. Güzel bir gün olacağı baştan belli olan bir güne başladım.
Artık uzun kış gecelerine bugün itibariyle veda ettik. Bugün ekinoks yani gece ve gündüz süreleri birbiriyle eşit, bundan sonra güneşin(çıkarsa tabi) tadını daha çok çıkarabileceğiz. Denizin rengini doya doya seyredebileceğiz. Kısaca bahar havaları yaşayacağız. Bir bahar daha yaşayacağız, sevdiğimle ise ayrı yaşayacağımız son bahar olacak inşallah. Onu tanıyalı 7 yıl 14 bahar geçmiş olacak evlendiğimizde.

   bahar havasına benzer bir şeyler var bugünlerde
   bunun üstüne bir de ceyhun şiirleri okuyunca
   insan bir garip oluyor...
   aşık mı olduk nedir...          

Ceyhun Yılmaz'ın yukarıdaki şiiri bir telefon mesajıydı 6 yıl önce, ve sanırım her şey aslında o mesajla başlamıştı. Sonra gelen her bahar yeni güzellikler getirdi bize. Her bahar geldiğinde mutlu olduk ve bu şiiri hatırla(t)dık. Sonra bahar şarkıları dinledik beraber. İlki Candanımdan Bahar... Biz çok sevdik bu şarkıyı, "Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum?" sorusunun ardından "tabi ki ben böyle olduğum için bahar, çünkü sana değdiğimden beri ellerim bütün kış dallarında tomurcuklar var." dedi Candan. Ve yüreğimizde bir yerlere dokundu.

İstiklal Caddesinin Milli Marşı olma niteliğini kazanmış başka bir şarkıysa Seitkaliyev'in o sımsıcak melodilere sahip olan güzelliği Waltz of Butterfly... Adındaki gibi içimde kelebeklerin vals yaptığını hissettiğim bu en güzel mevsime çok yakışıyor bence. Candan'ın Bahar ile benzerliği de aşikar. Hele bir yerinde arkadan gelen martı sesleri burnumun direğini sızlatıyor, İstanbul'a özlemimin hiç azalmayacağını anlıyorum.


Bu klasikleşen iki şarkının ardından daha önce dinlememe rağmen yeni fark ettiğim bir Sezen şarkısı var ki, şu an dinlediğimde en çok huzur veren şarkı diyebilirim. "Memleketime çoktan bahar gelmiştir." diyor ki gerçekten tomurcuklanan ağaçları 700 km uzaktan telefon tasvirlerinden dinliyorum.
 "Kirazlar olmadan tez vakitte...seninle baharı kutlamaya geliyorum."
Başımı omzuna yaslamaya,
hayata yeniden başlamaya,
 bağında bahçende pınarlarında,
 içimi yıkamaya geliyorum."
Bu şarkıdan daha iyi anlatılamazdı ruh halim. İki hafta sonra evlilik cüzdanını elime alacağımı düşündükçe, "kirazlar olmadan tez vakitte" resmen eş olacağımı düşündükçe yüreğim genişliyor.


Bu şarkıları yazanlar, besteleyenler hepinize teşekkürler. Daha iyi bir insan oluyorum bunları dinledikçe.
Ve tabi ki yeni bir baharı sağlıkla ve mutlulukla görmeyi nasip eden Rabbime binlerce kere şükürler olsun.

24 Şubat 2013 Pazar

AİLEMİZE ÇEYREK YÜZYIL SONRA GELEN İLK BEBEK


Başlığı açıklamayla başlamalıyım sanırım. Biz dört kuzeniz. Abim ve ben, iki de halamın kızları. Kuzenler içinde en küçük benim en büyükse halamın kızı. Aramızda evli olan sadece o olduğu için de aileye benden sonra bebek gelmedi. Bizimkiler de hala bizim bebekliklerimizi, doğumumuzu başa sarıp sarıp anlatıp duruyorlar. Herkesin sayısını dahi bilmediği kadar kuzeni varken bizim bir elin parmağın bile ulaşmayan sayımız beni hep üzmüştür ama nedense memleketimizdeki 2 çocuk uygulamasının (kendiliğinden gelişen yazısız bir kural) sonucu olarak böyle küçük ailelere sahibiz. Kuzenim 4 yıllık evliydi ve artık hepimiz bir bebek beklentisi içine girmiştik ki müjdeli haberi verdi. O günden bu güne kadar da sürekli bebeğin doğacağı günü hayal ettik ailecek. Özellikle de babam (büyük dayı) biraz abartıp günde bir kaç kere arayıp "Bebeğin canı bir şey istiyor mu?" diye soruyordu son haftalarda. Beklenen gün geldi ve 19 Şubat'ta Beray teşrif etti dünyaya. Hafta sonu onu görmeye gidene kadar içim içime sığmadı. Kokusunu doya doya içime çekmeyi o kadar uzun zamandır bekliyorduk ki. Hepimiz için büyük bir mutluluk kaynağı oldu. Allah bahtından güldürsün, hayırlı bir evlat olsun inşallah.
Şimdi gelelim cicilere. Cinsiyetini öğrendikten sonra ufak ufak bi şeyler almaya başlamıştım. İlk önce ayak izli panosunu işledim ve doğduğu gün ismi ve tarihi atılacak olarak bir kenara kaldırdım. Sonra netten gördüğüm bez pasta (diaper cake) yaptım, becerebildiğim kadarıyla. Bebek ve çocuklar için kanaviçe motifleri olan kitabı aldığımdaysa mutlaka bir kaç şey işlemeliyim dedim ve lavanta yastıklarını yaptım.

Beray'ın odası


Yukardaki fotoğraflarda görülen toparlak şey bez pastamız oluyor. Üstünde tül kurdele, simli kapler kelebek ve lavanta yastıkları var. Lavanta yasıklarını pastaya takmak niyetiyle yapmamıştım ama takınca da çok hoş durdu o yüzden böyle götürmeyi tercih ettim. Bezleri bozarken de asıl amacına uygun olarak dolap kulplarına ya da giysi askılarına asar annesi.

Resim yazısı ekle

Kapı süsüyle uyumu çok hoş oldu :)


Minik hanımın el ve ayak izini hamura çıkartıp kurutma fikri geldi aklımıza bir de. Teyzesiyle netten yaptığmız araştırmaya göre 1 fincan un, 1 fincan tuz ve yarım fincan su ile yapılan bir kalıp hamuru hazırladık. Suya gıda boyası katarak renklendirdik. Gel gör ki elin izni almak hiç de düşündüğümüz gibi kolay olmadı. Hanımefendi hamura elini bastırdığımız anda elini yumruk yaparak koca bir parça hamuru avuçladı. Kaçıncı deneme olduğunu bile hatırlamadığımız bu işlemden o anda vazgeçtik. Uzun bir süre elindeki hamurları temizlemeye uğraştık bir de. Daha sonra ananesi uyurken aldı el izini. Ayağının izini de kısmen daha kolay bir şekilde aldık ve kurumaya bıraktık.

Minik hanımın avuçladığı hamur :)
İzini almaya çalıştığımız minnak eller :)
Böylece bir haftasonunu bebek kokusuyla geçirmenin mutluluğunu yaşadım. Allah isteyen herkese nasip etsin.